PORTRE

Yükü Ağır Bir Dünyada Yapayalnız

Kahramanmaraş edebiyat şehri derler doğrudur. Bir de yeni dostlukların menbaı. Ben Hayreddin Orhanoğlu’nu bir Kahramanmaraş programında tanıdım.. Cahit Zarifoğlu sempozyumuna bildiri sunmak üzere yollarımız kesişmişti. Aradan beş altı yıl geçti. Aynı kurumda, sonra aynı birimde birlikte çalışma imkanı bulduk.

Daha özel bir dostluk Yazarlar Birliği’nin Giresun şubesini birlikte açarken oluştu. Kurucu üyelerden biriydi. Hafta sonları ilçeden il merkezine özel aracıyla gelerek yazarlık derslerine katkı yaptığını fedakarlığın tespiti olarak yazmalıyım. Şimdi anlaşılıyor ki karşılıksız işler insanı yaşatıyor. İnsanlık için yaptıkları ilk elde hatırlanıyor.

Böyleymiş, bu yazı hazırlanırken bir kere daha anlaşıldı.

Arkadaşları ile bir araya geldiğinde coşar konuşur konuşur. Konudan konuya girer, hemen her alanda söylenecek sözü olan bir entelektüel olarak kendini fark ettirirdi.

Sonra yalnızlık… Ortamdan ayrıldığında yalnızlığını kalemiyle paylaşırdı. Şiirler, hikayeler, romanlar, denemeler, İmgeler Atlası bu yalnızlığın kalemle buluşmasının ürünleriydi.

Öğrenciler onda ne buluyordu anlamaya çalışıyorum. Dekan yardımcısı odasında onlarla şakalaşır, babacan tavrını belli eder, çekine çekine yanına gelen gençler, rahat ve huzur içinde ayrılırlardı. Maddi manevi ne tür arayış içinde olan varsa onu arar o, bu konuyu çözmek için çırpınır, elinden geleni yapmaya çalışır, kendini aşan konularda muhatabını bulur, sonuçlanıncaya kadar ilgilenir, sorumluluğunu ifa ederdi.

Alaylı ve mektepli deyimi tam ona göredir. Teoriyi bildiği kadar uygulamayı, işlerin mutfağını da bilirdi. Tiyatro kabiliyeti ile oyuncu, sanat ve estetik kaygısı üzerinden yönetmen, zengin kurmaca dünyası ile senarist; şiir, roman ve hikayeleri ile şair ve yazar, sabırlı ve titiz tutumu ile tam bir araştırmacı bir akademisyen sanatçıyla yaşadığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. Yokluğundan doğan boşluklar kısa sürede önemini ve değerini artırdı.

Proje adamıydı. Yeni şeyleri planlamada başarılıydı. Alanına yakın uzak demeden her konuyu bir sisteme sokar, ele alır, tamamlanması için var gücüyle çalışırdı. Bir hayalin hızla somutlaşmasını isteyen biri, onunla bir süre konuşsa ortaya aylar boyu sürecek bir çalışma, oradan kalıcı bir ürün çıkardı.

Mayıs ayının son günleri Sezai Karakoç sempozyumu vardı Diyarbakır’da.. Bildirisini göndermiş, program kitapçığına alınmıştı. Günü geldi. Ancak sayılı günler yetmemişti. Açılışta yapılan açıklama programın bir eksikle başlayacağını anlatıyordu. . Garip bir sessizlik çöktü salona.

O bir hocaydı öğrencilerinin sıkıntısını gidermeden kendine zaman ayırmayan.

O bir yazardı, şairdi, davet edildiği yere koşan ve sanata dair söyleşilerle gündem oluşturan.

O bir baba idi, iki kızının sesini duymasa o günü günden saymayan. Ayrılmış olsalar da yoğun bakımdaki eşinin sağlığından endişe edip ziyaretler yapacak kadar da insan tarafını ekleyelim.

Nihayet bir dede.. Son günlerde torununu kucağına alıp kokusunu içine çekerek yılların aile özlemini unutacağı anları bekleyen. Elindeki telefondan benim ilk torunum coşkusunu dillendiren müşfik dede.

Uzaklardaki aile fertlerinden fizik olarak ayrıydı. Hastalığında uykusu kaçar rahatsızlanır, ayrılık acısını içine ata ata yollara düşerdi. Hafta sonu kaçamakları ile izinli izinsiz sıla ziyaretlerini ne çok hatırlıyorum.

Ramazandı. Bir arkadaşımızın evinde iftara davetliydik. Bir sonraki hafta bizim evde aynı ekip iftarda buluşacaktık. Olmadı. Vade doldu. Hak vaki oldu. Alanya İncekum’da ebedi istirahatgahında bölgenin yerlisi olarak biz onun misafiri olduk hüzün dolu yüreklerimizle.

Yalnızdı. Son dersinin yazılısında romanından seçtiği metin yaşadığı günleri ne güzel anlatıyor:

“Çığlığım, denizin ırmakla buluştuğu o kargaşa dolu kıyıda martıların sesine karışsa da aldırmadım. Yürüdüm, yürüdüm… Yüzüm alabildiğine gülüyordu ya. İçim, çoğalan ırmağa benziyordu ya. Hiç umursamadım.

Sahilin sonuna geldiğimde kararımı vermiştim. Ben, bende olanlarla kalacaktım. Hiçbir şey, bu kararımı değiştiremezdi. Ta ki eve varıp da çoktandır analığımın çekmecesini açmaya bu kez kesin karar verinceye kadar…

Bu sebeple her şeyin bir tesadüfle başlayacağını, hele hele yükü ağır bir dünyanın ortasında yapayalnız kalacağımı nerden bilebilirdim?.” (D. Sokağı)

Alanya’da çam ağaçlarının gölgelediği kırmızı toprakta, Akdeniz’den esen rüzgarların serinlettiği sırtta yalnız bir kabir.

Hayat böyledir işte…

O da geldi geçti.

Prof. Dr. Nazım Elmas
Giresun Üniversitesi İletişim Fak. Dekan Vekili

yorum sayısı 4

Yorum yapmak için buraya tıklayın