Güncel MANŞET

Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak’la Söyleşi

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda parti sözcüsü olan Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak ile ekonomi hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Türk Ekonomisi En Kırılgan Beş Ekonomi Liginin Hep Üstündedir”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir konuşmasında ”Kriz  yok. Bunların hepsi manipülasyon” şeklinde  açıklama yapmıştı. Sizce bu ülkede kriz var mı ?

Kriz yoksa raflardaki etiketleri neden tartışıyoruz? Kriz yoksa insanların bugün işsizliğini neden tartışıyoruz? Kriz yoksa durgunluğu neden tartışıyoruz? Türk ekonomisinde çok ciddi bir kriz var. Bu kriz kendisini şu andan itibaren pahalılık, yoksulluk, artan borç yükü ve yavaşlayan üretim şeklinde gösteriyor. Peki bunun arkasında gerçekten bir komplo mu var? Bunun arkasında komplo olabilir. Nedir bunun arkasındaki Türk ekonomisini müdahaleye açık hale getiren? Türk ekonomisini, dışarıda olan bitene karşı bu kadar hassas haline getiren nedir?  Baktığımız zaman dışarıdan alınan borçtur. Dışarıdan borcu bulamadığınız andan itibaren Türkiye’ de döviz piyasaları oynamaya başlar. Neden? Çünkü az olan malın fiyatı yukarı doğru gitmeye başlar. Döviz piyasalarında bir oynamayla birlikte bu fiyatlara vurur. Fiyatlara vurduğunda da enflasyon olur. Türk ekonomisi son dönemde özellikle şirketler, dünyada en fazla yabancı parayı borçlanan şirketlerdir. O nedenle de 2013 yılından bu yana Türk ekonomisi en kırılgan 5 ekonomi liginde hep üstlerde yer aldı. Tüm ülkeler bu lige bir kere girip çıkarken biz hep o ligde kaldık. Bunun temel nedeni de Türk ekonomisinin; sorunlarının üstünü borçla örtebilme, borçla saklayabilme, borçla gizleyebilme politikasıydı. Aslında Türkiye’de 2013’te ABD Merkez Bankası Başkanı: “Ben artık döviz basmayacağım. Para  basmayacağım”  demesiyle sıkıntılar başladı. Bu sıkıntıların zirve yapması ise 2014’te Cumhurbaşkanının ilk defa seçimle gelmesi ile başladı. O dönem Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan: “Ben eskisi gibi bir cumhurbaşkanı olmayacağım. Benim yoğurt yiyişim farklı olacak” dedi. Ondan sonra yetkileri istemeye başladı. O zaman Türkiye şunu gördü: Türkiye’ de rejim değişecek ve parlamenter sistemden tek adam parti devleti rejimine geçilecek. Bu da insanların kafasında hukuk devletinin, demokrasisinin kalitesi konusunda ciddi soru işaretleri yarattı. Hukukun olmadığı bir yerde insanlar yatırım yapmak istemez. Yatırım yapılmadığı zaman iş olmaz, aş olmaz, istihdam olmaz. İşte Türkiye’nin yaşadığı sorun bu. Bugün geldiğimiz noktada eğer; Türk ekonomisi dışarıdan gelen her türlü etkiye bu kadar açık ise bunun nedeni aşırı dış borçlanmadır. Ve hane halkının bilançosunda şirketlerin bilançosu da borcun yüksekliğidir. O zaman ne diyeceğiz? Kim sorumludur bundan? Yani eğer Almanya’daki işçi ya da Almanya’daki bir fabrika bir saat çalışmayla 300 liralık mal üretiyorsa sizin de aynı şekilde 300 liralık malı bir saatlik çalışmayla üretmeniz lazım. 600 liralık mal üretirsiniz satamazsınız. 300 liralık malı siz iki saatte üretirseniz yarışamazsınız.

Bir saatte yapmanız lazım. Peki bunun için ne lazım? İyi bir eğitim lazım. Yani iş gücünüzü gencinizi, insanınızı çok iyi eğitmeniz lazım. Teknolojiye açık olması lazım. Dünya’daki tüm teknolojileri kullanabilecek bilgiyle donatılması lazım. Yaşam boyu öğrenme stratejisi çerçevesinde her  yaşta dünyanın en yeni tekniklerini kendine uyarlaması lazım. Bu çok önemli. Kredi sisteminiz olması lazım. Çok düşük maliyetle yatırıma kaynak aktarılması lazım. Bu faaliyetlerle yatırım olmaz. Bütün dünya %2-3 Amerika Birleşik Devletleri’nde %2-3 ile para verilirken Türkiye %20 ile yatırıma kaynak aktarıyorsa bunun sonu olmaz. Rekabet edemezsiniz. Vergi öderken dünyadan daha yüksek vergi ödeyemezsiniz.  Bunları üretirken dünyayla yarışabilecek güce kavuşmanız lazım. Bununda arkasında ne vardır? Verimlilik. Verimliliğin arkasında ne vardır ? iyi bir eğitim, iyi bir organizasyon vardır. Bir diğer hususta; Bugün bütün dünya gördü ki kazandığınızı iyi paylaştıramıyorsanız ekonomide duruyor sonradan. Bu aynen şeye benziyor: Biz mahalle aralarında misket oynardık. Biri diğerini üttüğü zaman oyun biter. Üttürmeyeceksin ki oyun bitmesin. Sürekli büyüyebilesin. Bunun için ne lazım? Belli aşamalarda misketleri yeniden dağıtman lazım. Ya da herkesin belli kabiliyette oyuncu olması lazım. O zaman ne olacak büyüme? Büyüme herkesi kucaklayan bir büyüme olacak ve herkesin faydalanabildiği bir büyüme olması lazım. Birileri zenginleşip diğerleri sürekli fakirleşirse ya da sürekli birilerinin kendilerine yiyecek-içecek vermesine mahkum olarak kalırsa o ekonomiden hayır gelmez. En sonuncusu da politikalardır. Yani bütçeden harcama yaparken ülkeyi borca batırmayacaksın. Ödemeler dengesini ayakta tutarken dengeli götüreceksin. Türkiye’yi dış borca batırmayacaksın. Sürdürülebilirliğin bir başka anlamı ‘Çevreyi tahrip etmeyeceksin’. Yani bir üretim yapıyorsan, o üretimi yaparken çevreyi tahrip etmeden yapacaksın. Dolayısıyla burada baktığım zaman bu dört şartın mutlaka Türkiye’nin üretime dönebilmesi ve yeniden üretim ekonomisi olabilmesi için gerekli olduğunu görüyoruz.

“Bizim Politikalarımız Gelir Dağılımını Yeniden Düzenlemeye Yönelik”

CHP’nin ekonomik ve güvenlikten sorumlu Genel Başkan Yardımcısısınız. Peki, CHP’nin ekonomi ile ilgili çalışmaları nelerdir?

Cumhuriyet Halk Partisi olarak her seçimde önerilerimizi ortaya koyuyoruz. Ve son iki üç seçimdir gündemi biz belirliyoruz. Bizim politikalarımız büyük ölçüde bu gelir dağılımını yeniden düzenlemeye dönük. Üretim ekonomisine geçişe dönük. Merkez Türkiye Projesi var: Lojistik.  Bununla beraber üretim. Dünyaya bağlanan bir Türkiye. Tüm dünya ekonomileri ile alışverişi olabilen bir Türkiye gibi oradan başlayıp eğitimdi. Ondan sonra bu mesela ‘Haller Yasası”. Biz kaç zamandır bunun çıkmasını gerektiğini söylüyoruz. Bir başka ekonomide sıkıntıları giderecek önlemler. Bu genç nüfusa verilecek olan destekler eğitim, ulaşım ve girişimci destekleri. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim üzerinde önemle durduğumuz politikalar bunlar. Türkiye’yi üretim ekonomisine döndürecek bu dört odak etrafında oluşan politikalarımız var. Ve dediğim gibi bu politikalarla biz; Türkiye’de demokrasiyi güçlendirmeye, Türkiye’nin dünya piyasalarında yarışma gücünü artırmaya, yaratılan geliri kalıcı büyümeye sağlayacak şekilde paylaştırmaya ve bunları gerçekleştirirken uygulayacağımız para, maliye ve çevre politikalarında sürdürülebilir olması önemli.

Politikalarımızdan bir tanesi Merkez Türkiye projesiydi. Askeri ücret ile ilgili çok önemli şeyler söyledik. Emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili birtakım şeyler söyledik. Üniversiteden mezun olan gençlere istihdam yaratılmasıyla ilgili projeler ürettik. Dolayısıyla CHP olarak milletin tüm kesimlerinin dertlerini çözecek birtakım tedbirleri üretmeye çalıştık. Eksiğimiz var mıdır? Vardır. Ama benim gördüğüm bir şey var: Türkiye’nin tüm akademisyenleri tarafından bizim son üç seçim döneminde ürettiğim ekonomi politikaları her zaman en iyi üretim, en iyi ekonomi politikaları olarak seçildi. Böyle bir grup akademisyenlerden oluşan, kimin ekonomi politikaları en iyisidir? sorusunun cevabına bakıldığında hep bizim politikalarımız çıkmıştır. Mesela Türkiye’de seçim propagandasına dönük malzemeyi üretirken, tutarlılık testi yapan tek parti biziz. Kaç lira lazım? Bu parayı nerden bulabiliriz? Bütün bunları yapan tek parti biziz. Onun için yine CHP’ye dönüp baktığınız zaman bu partide en zor krizlerini yönetmiş olan birçok bürokrat arkadaşımız var. Eski Gelirler Genel Müdürleri var, Sosyal Sigortalar Genel Müdürleri var, Hazine Müsteşarları var, Dış İşleri Müsteşarları var.  Yani kadroya da baktığınız zaman bu ülkenin sorunlarını bire bir bilen, Türkiye’nin en zor dönemlerinde bu sorunları çözebilmiş insanlardan oluşuyor.

Mevcut ekonomi bakanının yaptığı politikaları doğru ve yeterli buluyor musunuz?

Şu anda ekonomi bakanın yapmış olduğu politikalar birtakım şeyler söylüyor. Sanki bir program açıklıyor gibi yapıyor. Ama uygulamalara dönük bakarsanız hiçbir şey değişsin istemiyor. Ben bu ekonomiyi eskisi gibi yönetirim. Yarın öbür gün yine bu ekonomi normale geçer, diye düşünüyor. Halbuki öyle değil. Özellikle dışarıya gittikleri zaman Uluslararası Para Fonu IMF((International Monetary Fund) ile yani anlaşma yapacaklarını söylüyorlar. Ama içeride bundan hiç bahsetmiyorlar. Şimdi IMF dediğiniz zaman tabi IMF’nin ekonomik politikaları oldukça zor ekonomik politikalardır. Yani ülkeye çok zarar halindeyken uygulanan ekonomik politikalardır. En son Yunanistan anlaşmasına dönüp bakın. Maaşları kestiler, insanları işsiz bıraktılar, devletin şirketlerini kapattılar, belediyeleri kapattılar. Dolayısıyla insanlar çok büyük sıkıntılardan geçti. Her gün sokaklardaydılar.

“Bu dönemde TRT Genel Müdürleri Taraflı Yayıncılık için Yarışıyor”

Son olarak şu anki TRT hakkında ne düşünüyorsunuz?

Biliyorsunuz ki TRT’nin sonuç itibariyle reklam gelirleri var. Ama en önemli geliri bizden kesilen vergiler. TRT bizden kesilen vergilerle sadece iktidarın sesini duyuruyor. Anayasa der ki: Medya imkanlarını seçim dönemlerinde siyasi partiler eşit olarak kullanmalı. Ama Yüksek Seçim Kurulu’nda (YSK) buna dönük bir yetki vardı. Bir önceki seçimde yani referandumda yanlış hatırlamıyorsam bunu ortadan kaldırdılar. Şu anda medya kurumları seçim döneminde yapmış oldukları eşit olmayan yayınlar için ceza görmüyor. En eşitsiz yayınları da benim görebildiğim kadarıyla TRT yapıyor. Neden yapıyor?  Havuz medyası diyoruz, şu medya diyoruz, bu medya diyoruz. Sonunda para kazanmak zorundalar. Dolayısıyla da piyasada ne talep varsa ona cevap vermek zorunda. Muhalefettin sesine de bir ölçüde böyle hakkaniyet kuralarına uygun olmasa da bir miktar vermek zorunda. Ama TRT vergi ile beslendiği için piyasa oyuncusu olmadığı için, vatandaşın taleplerine cevap vermek zorunda hissetmiyor kendini. O nedenle de muhalefettin sesine hiç yer vermeyebiliyor. Dolayısıyla TRT’nin ilk kurulduğu günlerdeki TRT ile bugün arasında çok büyük farklar var. Şimdi ki iktidar TRT’nin tamamen kendinden yana yayın yapmasını istiyor. Yani o dönem TRT genel müdürleri tarafsız yayıncılık için mücadele ederlerdi. Bu dönemde TRT genel müdürleri taraflı yayıncılık için yarışıyorlar. Bu da ister istemez ülkede iletişime ve iletişim kararlarına olan güveni sarsıyor. Eskiden TRT bir okuldu. TRT’den yetişen arkadaşlar Uğur Dündar olmak üzere Türkiye’de çok büyük gazeteciler ve televizyoncular olmuştur. Ama benim gördüğüm kadarıyla artık böyle bir şey kalmadı.

Haber: İlker Polat